Eve Taşınan Çekmeköy Toprağı |
Çekmeköy’de 3. Yarışımı tamamlamış oldum. İlki bir antrenman
yarışı kapsamında 15km gidip aynı rotada geri dönecek şekilde 30km idi. Bunu
antrenman programı için iki arkadaşımla, Suna ve Kerem’le koşmuştum, hedef 4
saat koşmuş olmaktı. O gördüğüm 15km lik kısımla Çekmeköy’ü hiç sevmemiştim.
Derken geçen ay bir 30km parkuruna katıldım bu sefer baştan sonra yarış
rotasını koştum, Suna bana eşlik etti. Baştaki 15km bir önceki seferle
muhtemelen aynı idi, gene hoşuma gitmedi, tam söylenmeye başlarken güzel yerlerde
koşmaya başladık, yavaş yavaş Çekmeköy’ü sevdim.
İlk 15km git-gel çok anlatacak bir koşu olmadı. İkinci koşu
hakkında yazılabilecek şeyler var ama koşu sonrası kağıda dökecek fırsat
olmadı, üzerinden zaman geçti. Şimdi bu iki yarışı tek başlık altında
toplamak istedim. İşte size son iki yarış ve Çekmeköy anılarım, tecrübelerim.
ÇEKMEKÖY YOLLARI VE ZEMİNİ
Çekmeköy yarışları genelde yangın yollarında yapılıyor.
Yangın yolları ağaçlık tepeleri yaran geniş yollar. Bu yolların açılmasında iki
temel amaç var; ilki yangın çıkarsa alevlerin yayılmasını engellemek için
tepeleri bölmek ve boşluklar yaratmak, ikincisi de yangına müdahale edebilmek
için araçların her yere kolay ulaşmasını sağlamak. Sanırım bu iki amaç yolların
genişliği hakkında yeterince fikir edinmenizi sağlayacaktır. Diğer bir deyişle
koşulan yollar tek izli patikalar keçi yolları değil. Geniş ferah yollar, gök
yüzü gözüküyor ve ışık alıyor, ama bir o kadar da rüzgara açık, kışın soğuk,
yazın da güneş sebebi ile sıcak. Açık alan olduğu için zemin yağıştan çok
etkileniyor, kar ve yağmur doğrudan toprağa ulaşıyor. Hele bir de ağır vasıta
geçerse yollar epey çamur hatta balçık oluyor. Benim koşularım hep yağışa veya
yağış sonrasına denk geldi. Çamurlu zemin yumuşaklık açısından tabanlar ve dizler
için bir avantaj sağlasa da basış emniyeti ve adım kontrolü olarak çok dertli.
Hem yarattığı enerji kaybı ile yorulmanızı çabuklaştırıyor, hem de kontrolsüz
basış bacağın çok farklı kas gruplarını çalıştırıp, normal koşularda güçlenme
fırsatı bulamamış bu kaslarda sakatlık riskini arttırıyor.
Bu açıdan Çekmeköy
koşu parkuru olarak zor. Başka bir gözle bakarsak da koşucular için gelişime
açık bir parkur denebilir. Zaten yarışlardan çoğunda bu parkura alışık ve bu
coğrafyada antrenman yapan koşucular kendilerini çok net belli ediyorlar.
Bakiye Duran buna en güzel örneklerden. Parkurun eğim yapısı da kendine has.
Düzlük alan çok az. Genelde uzun iniş ve çıkışlar var. Arada sert tepeler olsa
da genelde eğimler uzun mesafelere yayılıyor, kendini çok belli etmiyor. Ultra
maratonlarda sinsi eğim en kötü şey. Dik bir çıkış veya inişe denk gelince
formül basit, vites küçültüp yürürsünüz, hem dinlenir hem de güç tasarrufu
yaparsınız. Yemek yeme, hatta bazen üst değiştirme gibi “yan işleri” yokuş
çıkarken yapıp zaman kazanırsınız. Ama eğim mesafeye yayılmışsa fark etmeden
düzlük temposu ile devam eder ve enerji konusunda cepten yemeye başlarsınız.
Bunu fark edip kontrollü gitmek lazım. Çekmeköy’de bu tip eğimler çok, koşsan
dik gelen ama yürümeye başlayınca da koşulabilecek gibi gözüken yer bol. Bence
parkurun en büyük zorluklarından birisi bu. İkinci zorluk ise toprak yapısı ve
çamur.
Çiğdem Özcan tepeler ve çamurla kahramanca mücadele ederken (foto:Bakiye Duran) |
O kadar değişik tipte çamuru bir arada görmedim başka yerde. Kaygan sert
çamuru da var, bileğe kadar gömüldüğün ve neredeyse ayakkabını tuttuğu gibi çekip ayağından çıkartan çamuru da. Yer geliyor balçık ayağa öyle bir yapışıyor ki ayaklarını
onar kilo olmuş gibi hissediyorsun, tabanlarında çamurdan toplarla koşmaya
çalışıyorsun. Bazı vadi geçişlerinde dereye dönen alanlarda ıslanmadan geçecek
hat ararken kendini bileklerine kadar su içinde bulabiliyorsun. Bazı tepeler o
kadar dik ve çamurlu olabiliyor ki attığın adım kadar geri kayıyorsun, aynı
hattan ilerlemeye inat edersen bir de bakıyorsun koşu bandı gibi, olduğun yerde
sayıyorsun.
30K MUD CHALLENGE – TÜRK’ÜN ÇAMURLA İMTİHANI (10.02.201)
İşte yarış sayılabilecek birinci, Çekmeköy topraklarında
ikinci koşum adından da anlaşılacağı gibi tam da çamur mevsiminin zirvesinde
yapıldı. Bakiye Duran bu bölgede çeşitli mesafe ve zorluklarda yarışlar
düzenliyor. 10 Şubat Pazar günü gerçekleşen bu organizasyonda da 30-40-50km lik
parkurlar vardı.
Kayıt tamam, bir 30km koşması kaldı (foto: Ebru İşseven) |
Ben bir süredir düzenli koşamadığım için haddimi bilerek 30km
lik parkura kaydoldum. Bana kalsa o hımbıllıkla 30km ye bile girmezdim ama
dostlarım sayesinde kendimi koşar halde buluverdim.
Yarış Öncesi Kayıt Masası (foto: Bakiye Duran) |
Sağolsun bu gibi durumlarda
kulağımı nazikçe çeken Caner Odabaşoğlu hafif nüktelerle gerekli gazı verdi,
beni bir an bile yalnız bırakmayan ve yoldaşlık eden Suna Altan da yarışta
tempo vericim gibi yanımda koştu. Bunlar önemli şeyler. Uzun mesafede ayak ve
bacaklardan çok beyin ve kalp (yürek anlamında) devreye giriyor. Başka bir
deyişle yürek devreye girmezse gerisi nafile, bir adım bile atası gelmiyor
insanın. Ya güçlü iradeyle geniş bir yüreğin olacak ya da bunlardan yeteri
kadar olup oralarda sana da yer açacak dostların. Allaha şükür bende ilkinden
biraz çevremde de ikincisinde bol miktarda varmış ki oflaya puflaya koştum
bitirdim iki yarışı da! Motivasyon önemli, bazen içten gelecek bazen de
dışardan.
Starta Beş Kala... Heyecan Dorukta! |
Tam yarışa başlayacakken hava kapadı, yağmur indirdi. Start
alanı geniş bir düzlüğün kıyısında, tepelerden epey rüzgar alıyor. Kırıcı bir
soğuk etkisinde başladık koşmaya. Ama koştukça ısındık, hava da ısındı, hatta
bir süre sonra şapka eldiven fazla bile geldi. Başta can sıkan yağmur yol boyu
hafifleyerek bize eşlik etti, ferahlatıcı bir seviyede üşütmeden usul usul
yağdı. Koşarken kararında yağmur nefis bir şey. Hem manzara güzel oluyor, ışık
kırılıyor, renkler canlanıyor insanın içi açılıyor, hem de güzel bir ferahlık
veriyor. Üzerinizde ıslanan giysiler başta üşütür gibi olsa da bir süre sonra
vücut ısısı ile ısınan bu katman güzel bir izolasyon sağlıyor, ılık ama ıslak
bir katmanla koşar oluyorsunuz. Tek risk durmak, durup da vücut soğumaya
başlarsa işler fena, o zaman berbat bir üşüme geliyor. İşin sırrı durmadan
hareket. Babam eski dalgıçları ve sünger avcılarını anlatırdı, kalın yün kazak
giyerlermiş teknik kumaş elbiselerin icadından önce içlerine, ıslanan yün vücut
ısısı ile zırh gibi korurmuş suyun altında. Bizimkisi de benzer hesap sanırım.
Uzun süredir düzenli antrenman yapamadığım için temkinli
başladım, Suna ile sabit bir tempo tutturduk, yokuşlarda yürüyerek düzlüklerde
de çok yorulmadan koşmaya başladık. Ön grup arayı açtı, biz de herhalde son
üçte birin önünde kalacak şekilde ilerlemeye başladık Genelde bu ortalamaya
benzer tipte koşucular kalır, gene öyle oldu; süre iddiası olmayanlar ve
nispeten daha az tecrübeliler. İlerledikçe aralar iyice açıldı, son 15km yi
Suna ile ikimiz koştuk. Başlarda da bahsettiğim gibi parkura anca 15km sonra
ısınabildim. Güzel vadilerden geçmeye başladık, yollar daraldı, ağaçlar
güzelleşti. Oldum olası koşuların başlarını sevemem, ilk 1 saat işkence gibi
gelir. En illet olduğum koşular bir saat veya 10km civarı olanlardır. Tam olaya
ısınmaya başlamışken koşu biter. Çekmeköy ’de de bu ısınma kısmı geçtiğinde
rota güzelleşti, koşu keyif vermeye başladı.
otomatik pilota bağlamış koşarken. Arka planda Suna (foto: Bakiye Duran) |
Aralarda su
istasyonları vardı, her 10km ye denk gelecek şekilde ayarlanmıştı. Bakiye Abla
çoğunda bizleri bekler durumdaydı, bazı kavşaklara da gelip hem yönlendirme
yaptı hem de moral takviyesi. O psikolojide dağ başında karşında Bakiye Duran’ı
görmek ve güzel sözler duymak çok moral verici. En sevdiğim tarafı Bakiye Abla hep
“aman sakin, aceleye gerek yok” der, nefis bir motivasyon bu. Hakikaten de
kontrollü gidersen aslında daha hızlı ilerliyorsun. Daha dinç bitiriyorsun
yarışı. Biz de kontrollü bir hızla ama hiç durmadan bitirdik yarışımızı.
Kimseyle yarışmadan, keyif alarak, yorularak ama mutlu bir biçimde. Bitişte
nefis bir masa kurulmuştu, sıcak içecekler, son derce lezzetli yiyecekler.
Güler yüzlü ve içten insanlar bizi beklediler, madalyamızı verdiler, tebrik
ettiler. Bu yarışların güzelliği arkadaş toplantısı gibi olması. Hep aynı
yüzler, hep beraber koştuğumuz sevdiğimiz dostlar. Senden saatlerce önce
bitirseler bile gelenleri bekliyorlar, alkışlıyorlar, sana sıcak bir şeyler
ikram ediyorlar hemen. Sıkı bir dostluk bu. Bir nevi asker arkadaşlığı.
Bu yarıştan edindiğim tecrübeler
- Uzun süre koşmamışsan da bir yerlerden başlamak lazım. Uzun koşacaksan pat diye yollara atma kendini, git bir patika yarışı bul, 30km toprak yol 21km asfalttan az döver seni.
- Koşamam, yorgunum, hazırlıksızım deme, arkadaşlarını dinle. Sen kendi sesin diye omuzundaki şeytanı duyuyorsun, onlar da öteki omuzdaki melekler aslında.
- Yol arkadaşı deyip geçme. Mesafe yarıya düşer, hava soğukluğu gider, buraya kadarmış dediğin yerde bir de bakarsın yola koyulmuşsun bile haberin yok. Yol arkadaşı önemli. Ne ya et edin bir iki tane…
- O kadar hamlıktan sonra bu kadar koşup da hiçbir ağrı sızı çekmiyorsan, hiç sakatlık yoksa bu vücutta iş var demek ki. Hımbılım şişkoyum diye kendini boşlama. Allahın verdiği kiloyu Allah alır. Yeter ki sen çık koş. Cepteki kilometreler yatırım hesabı ise demek bu günler için biriktirmişsin. Güle güle harca.
- Çamurda koşmak ayrı bir dünya. Sevmesen de alış. Bu işin doğasında var bu. F1 pilotu olmak yerine rallici olmayı sen seçtin.
- Herkes yokuşlarda niye senden hızlı? Göbekten olabilir mi acaba? Artık birşeyler yapma zamanı gelmiş olmasın?
45K GECE KOŞUSU – NIGHT BIRDS AND BATS (GECE KUŞLARI VE
YARASALAR) 16-17.03.2013
Bu seneki Çekmeköy Ultra serisinin üçüncü ayağı da 16 Mart
Cumartesi’ni Pazar’a bağlayan gece koşuldu. Saat 22:00 de başlayan yarış Pazar
sabahı bitti. 38 kişi start aldı, bu sefer herkes aynı parkuru koştu, farklı
mesafeler yoktu, herkes 45km sınavını verdi.
Yarış resmi sitesinden arak parkur haritası |
Caner arkadaşımız o sabah Paris Eco Trail yarışında 80km
koştuğu için epey uzaklarda idi, biz de bir eksikle makarna partimizi yapıp
yarışa katılmış olduk. Cuma akşamı küçük bir ev organizasyonu ile makarnamızı
yedik, Aykut’un 2:58’lik Runtalya Çıkarmasını kutladık, maşallahlı 2:58 mumlu
pastasını üfledik. Derken Cumartesi gecesi geldi çattı. Yanlış OGS geçişi ile
ilk heycanımızı yaşayarak Çekmeköy’e vardık. Bir hafta öncesinden hava durumu
Cumartesi gecesi için soğuk ve yağış veriyordu. Ne yazık ki tuttu da. Cumartesi
sabah kalkıp camdan bakınca başta gözlerime inanamadım, damlar karla kaplı idi!
Gerçi gün içinde yağan yağmur karları eritse de hava ısınmak bilmedi.
Kayıt masası ve çadırlar |
Çekmeköy’de kayıt masasına vardığımızda ortalıkta kimseler yoktu, herkes
arabalarda oturup bekliyordu. Geldiğimizi görenler korna çalıp oturdukları
yerden el salladılar. Kayıt işini halledip arabamıza döndük biz de koşarak.
Arabada ne giysek tartışmaları sonucunda yanımızda ne varsa giyme kararı aldık.
Derken yarış saati gelince alanda yerimizi aldık. Gene tanıdık yüzler, eş dost
çevresi. Zaten bu işle uğraşan, o havada oraya gelip o mesafeyi koşmak
isteyecek adam sayısı belli, çoğu da oradaydı.
Tam start öncesi kar başladı. Koşmaya başlayınca da etrafın ince de olsa
bir kar tabakası ile kaplı olduğunu gördük. Kar aslında yağmur kadar kırıcı
değil, hava nispeten daha yumuşak oluyor. Bir de karlı havada gökyüzü enteresan
bir pembelikle kaplanıyor, ara ara kafa fenerini kapatıp gecenin alaca
karanlığında bile koştuğumuz oldu.
o havada o ışıkta en iyi yakalanmış kare. Start öncesi anı fotoğrafı (foto: Bakiye Duran) |
Bu sefer mesafe geçen yarışa göre 1,5 kat daha uzundu, hava
soğuktu ve en önemlisi gece şartları vardı. Gene Suna ile beraber koşacaktık.
Karanlık açısından şanslı idik, çünkü son 1-2 senedir Belgrad Ormanlarında
yaptığımız koşuların çoğu sabahın erken saatlerinde olduğundan neredeyse ilk
yarıları hep zifiri karanlıkta geçmişti. Yani karanlıkta kafa feneri ile ormanda
koşmak bizim için yeni bir şey değildi. Bu bakımdan kafamız rahattı, beni esas düşündüren mesafe ve zemin idi. Kayıt masasında gene 10km de bir su istasyonu
olduğu ama 20. Km noktasında araç giremediği için istasyon kurulamadığı bilgisi
geldi. Bunu iyi tarafından almaya çalışıp mesafeyi dilimleme ve zorluğu küçük
loklamalar haline getirme için kullandım. Evet belki dört tane 10km olsa daha
kolay tüketilebilirdi ama şartla böyleydi, buna uygun çözüm üretmek
gerekiyordu. Ben de kendi kendime şöyle dedim; 10km güzel, rahat geçer, ferah
ferah suya ulaşırız. Sonrasında 20km daha var ama bu arayı atlattık mı kaldı
10km daha, eh o 10km de 20km nin üzerine çok daha rahat gelir, zaten 40km ye
gelmiş olacağız bu şekilde. Son 5km nin de lafı olmaz aramızda. Bu zihinsel üç
kağıtlar için Metroda Ultra başlıklı yazıma da göz atabilirsiniz. Böyle
diyerek yola koyuldum. Start sonrası çok hızlı gitmesek de ortalara yakın bir
yerlerde tempoya oturduk, yavaş ama akıcı bir şekilde koşmaya başladık. İlk
tepeler gelince gene aralar açıldı, hızlı arkadaşlar bastı gitti, biz de en
arkadakilere arayı açmaya başladık yavaş yavaş. 10km ye kadar üçlü bir grupla
yakın koştuk. Bende Garmin yoktu ama 10km den fazla koşmuşuz gibi geldi.
Diğerleri de 13km ölçmüşleri koşu saatleri ile. Su noktasında Bakiye Abla bizi
bekliyordu, burası 10km bisikletle ölçtük biz dedi. O sırada süre olarak 1 saat
35 dakikadır koştuğumuz görünce ben de yaklaık 11-12km oluğunu tahmin ettim. Bu
tür mesafe çelişkileri için Mert’in GPS Nedir ve Koşu Saatlerindeki Hatalar başlıklı nefis yazısına göz atabilirsiniz.
Bakiye Abla sonra “aman yavaş çocuklar aceleye gerek yok” dedi. Küçükken
annelerimizin dediği gibi “gruplar oluşturun, beraber koşun” diye ekledi, meşhur
“beraberce oynayın bakiim kavga etmeden arkadaş arkadaş” cümlesi gibi...
Teşekkür edip devam ettik. 8km den sonra yanımıza bir köpek takılmıştı, Bakiye
Abla köpeği tanıdı, "o şimdi sonuna kadar koşar sizle, alışıktır buralara, benim
köpeğim o" dedi. Hakikaten de köpek hep yanımızda geldi, geride kalanı bekledi,
gıkını çıkarmadan en dik tepeleri tırmandı, en vıcık çamurlarda bir ceylan gibi
sekerek bize eşlik etti. Yalnız oraları iyi biliyor olacak ki son kilometrelerde
bir ara kayboldu yanımızdan, geldiğimizde bitiş çizgisinde bizi bekliyordu, büyük
ihtimalle kestirme yaptı hınzır.
bu yarışlarda iki tip çılgın oluyor, ilki koşan çılgınlar, ikincisi de o birinci tip koşacak diye sabahlara kadar bekleyen yardım eden gönüllü çılgınlar. Size teşekkür az kalır... |
10km ve sonrasında her şey nefisti, yavaştan çamur başlasa
da zeminin bir önceki sefere göre daha iyi olduğunu konuştuk. Meğer sadece oralar
öyleymiş, ilerde bizi neler bekliyormuş. Benim kafamda 10 ile 30km arasındaki
20km lik kısım dönüm noktası idi, yarışın en zor tarafı orasıydı. "O 20km yi iyi
geçirebilirsem gerisi kolay" dedim kendi kendime. Ama şansa bak ki parkurun en
dertli çamur kısmı da tam o araya denk geldi. Yer yer öyle çamur geçişleri
vardı ki yürümek değil, kayıp düşmemek marifet sayılır oldu. Velhasıl iki kere kıç
üstü oturmuşluğum da var bu sayede. Küçük bir tuvalet arası verince Bakiye
Abla’nın “kardeş kardeş oynayın” dediği grupla aramız açıldı. Suna ile sakin
sakin koşmaya başladık. Bir de köpek dostumuz. Derken bata çıka 20-25km
civarına geldiğimizde önümüzde birisinin yürüdüğünü fark ettik. Önce koşucu
olduğunu anlamadık, üzerinde uzun bir pardesü yağmurluk, sırtında da okul
çantası gibi bir sırt çantası vardı. Yanından geçerken selam verdik. 30km ye
çok var mı diye sordu. 30km de su istasyonu olduğunu daha mesafe gitmek
gerektiğini söyledik. Çamurlu alanda olduğumuz için çok hızlanamadan ilerlerken
bu arkadaş da yanımızda koşmaya başladı.
BAYBURT’LU KOŞUCU SEZER
ilk ultrası öncesi Sezer |
Yanımızda koşmaya başlayınca yarıştan olduğunu
anladık. Başta fazla konuşmasak da uzun mesafe ve patika koşuları konusunda
yeni olduğunu düşündüm. Elinde epey büyük bir fener, kafası ve elleri açık ve o
hava şartlarına göre korumasız, üzerinde de uzun ve yağmurdan korusa da
muhtemelen epey terleten ve rahat koşmasını engelleyen bir yağmurluk. Bunları kesinlikle malzemelerini küçümsemek
veya bu iş öyle değil böyle malzeme ile yapılır ahkamları kesmek için
yazmıyorum, sadece uzun mesafe ve arazi koşusu konularında tecrübesiz olduğunu
anlama sebebim olarak cümlelere döküyorum. Hakikaten de konuştukça bunlar doğru
çıktı. Sezer 30 yaşında, Bayburt’lu ve hızlı bir kısa mesafe koşucusu. Atletizm
Şampiyonalarında koşmuş. Hep 400m ve 800m. Hayatında en uzun koşusu 8km, o da bir
kereye mahsus. Onun dışında hep hızlı, hep kısa mesafe. Bu katıldığı 118.yarışıymış! İnternette dolanırken bu yarışı görmüş, denemeye karar vermiş. Olabilecek en
sert şartlardaki yarışı seçmiş de haberi yok. Çevresinde bu işleri bilen eden
olmadığı için de kendince çözümlerle gelmiş, koşmaya başlamış. Bu mesafe için
ağır giysileri, feneri ve çantası ona fazladan yük oluyordu. Elleri ve kafası
açıkta olduğu için farkına varmadan ısı kaybediyordu, vücudu gereksiz enerji tüketiyordu. Koşarken beslenme konusu aklına gelmediği için saatlerdir
bir şey yememişti ve sadece 4 şişe su içmişti, muhtemelen tuz dengesi de alt
üst olmuştu, karanlıkta çamurla boğuşarak tek başına ilerlemeye çalışıyordu.
İşte biz ona yetiştiğimizde bu halde idi. Biz de çok hızlı koşmadığımızdan bir
süre yakın mesafede ilerledik, ufak ufak sohbet ettik, derken biz biraz öne
geçtiğimizde arkadan korkunç bir bağırış geldi. Bir an Suna ile bacağını
kırdığını sanıp panik içinde geri döndük. Çamura saplanmış ve acı çekiyordu,
baldır adalesi top gibi kasılmıştı. Beslenme eksiği ve yorgunluk soğukla da
birleşince bacaklarına kramplar girmeye başladı. Su ve yiyecek desteği ile
biraz toparlandı, yanımızda devam etmeye başladı. O halde biz de bırakıp
ilerlemek istemedik, 30km istasyonuna kadar beraber gidelim dedik. Zaten o ara
mesafe hakikaten de koşulacak gibi değildi, çamura bata çıka bazen birbirimizi
çeke çeke ilerledik. Sezer’in kafası epey karışmıştı, 45km nin hiç beklemediği
gibi olduğunu anlattı. Sonra yarış bittiğinde “nasıl sevdin mi uzun mesafe
işini?” diye sorduğumda bunu anca yaşayan anlar, kimseye anlatılamaz bu dedi. 30km
istasyonuna varmak günlerimizi aldı gibi geldi bana da. Yürümekten ve çamurdan
bacaklarım kütük gibi olmuştu, kendime moral olsun diye “daha ne kötü olabilir
ki, az kaldı devam” derken duvar gibi bir tepeye geldik. Düşe kalka tırmanınca
tepede Bakiye Abla ve su istasyonunu gördük. Nefis bir andı. Sezer’e dedik ki
“Bak sen sporcusun, yazık zarar verme kendine, buralara gelmen bile büyük iş,
tadında bırak, arabaya bin, sakatlık çıkarma kendine” Sezer de dedi ki “Yok
buraya kadar geldim, ben bu işi bitireceğim” Sezer işi o anda bitirdi zaten o
cümle ile de haberi yoktu henüz. Dedim devam edeceksen aç bakim ağzını, bir
tane enerji tableti tıkıştırdım ağzına, bir de Snickers verdim yanına, bunu
ufak ufak dişle yol boyu, hem tatlı hem tuzlu sana güç verir dedim. Sonra Suna
jel verdiyse de o konuda ikna edemedik. Derken Sezer bir nebze tazelenmiş
olarak başladı yanımızda koşmaya. Biz koşunca koştu, yürüyünce yürüdü. Gıkı
çıkmadı. Sadece arada “Allah sizden razı olsun” dedi durdu, biz de “biz bir şey
yapmadık, Allah Tadımca Bar'dan ve senin bacaklarından razı olsun” dedik.
Anlattığına göre Bayburt’ta 15 senedir halk koşusunu Sezer kazanırmış. Geçen
sene yarıştan önce Kaymakam Hanım yanına çağırıp “Sezer hep sen alıyorsun
madalyaları, bırak da başkaları alsın biraz, ne yapacaksın o kadar madalyayı?”
demiş. Sezer de “Babam o madalyaları bizim ineklerin boynuna asıyor, sonra
satacakken madalyalı inek olarak satıyor, olmaz” demiş. Bana “Abi Avrasya’ya
girsem 3,5 saatte koşar mıyım 42km’yi?” diye sorunca bilemedim ne diyeceğimi.
HER ÇIKIŞIN BİR İNİŞİ, HER YARIŞIN BİR BİTİŞİ…
30km sonrası daha kolay geçti. Karanlıktan fazla manzara
göremedik ama yakın çevreden o kısımların geçen sefer hayran kaldığımız vadi
olduğunu anladık Suna ile. Tanıdık yerlere gelmek de moral oluyor insana. Esas
moral şu oldu bana, 30km de Bakiye Abla’ya “herhalde en arkada biz varız değil
mi?” diye sorunca “Ne en arkası, 38 kişi başladı siz daha 18.inci geldiniz
cevabını aldık. Derken düşe kalka 40km noktasına vardık. Sezer’le tam
birbirimizi kutluyor övgüler yağdırıyorduk ki Suna bizi payladı “Beyler daha
bitmedi, 5km var hadi bakalım” Kendimize gelip yola koyulduk. Yorgunluktan
kambur pozisyonda koştuğumu fark edip kendimi toparlamaya çalışsam da biraz
sonra kendimi gene iki büklüm koşar vaziyette buluyordum. Sırt ve karın
bölgelerimin ne kadar zayıf kaldığını düşündüm gene.
Çekmeköy'ün gediklilerinden Ufuk Abi madalyasına kavuşurken |
Derken tanıdık tepelere vardık, ufukta bitişten önceki son
tepe ve evler belirdi. Hava da aydınlanmaya başladı. Suna’ya saat kaç diye
sordum, 7,5 saattir koştuğumuzu öğrendim. Oh bir rahatlama geldi ki sormayın,
niye biliyor musunuz? Çünkü her ne kadar yarışmıyor olsanız da eğer bitişe
yakın tam saate yakın bir sürede iseniz, kafa karışır, anlamsız bir gaz gelir.
Mesela o an 7,5 saat değil de 6:50 veya 7:50 olsa idi diyecektik ki “Aman hadi
dişimizi sıkalım da 7 saat veya 8 saat olmadan tamamlayalım” Allah'a şükür böyle
bir son dakika gerginliği de olmadı, yumuşak yumuşak indik tepeden, çadıra
vardık koşarak. Yorgun ama başlar dik.
yarış sonrası Çekmeköy Ultra Ocakbaşı |
Arkadaşlarımız karşıladı bizi bağıra
çağıra. Hemen sıcak çay, mangala yakın tabureler. Ve çadır içinde ben diyeyim
10 çeşit siz deyin 20 çeşit “serpme kahvaltı”… Ama yol boyu enerji içeceği
içmekten benim mide dükkanı kapamıştı, bir iki haşlanmış patates tırtıklayıp
ateş başına döndüm.
canavar bitiş masası |
Aykut, Kerem ve Alessia delileri bizden 2 saat önce bitirip
bizi beklemişler. Üst baş değiştik, diğer arkadaşlarla helalleştik ve yola
koyulduk.
En güzeli de benim o Cumartesi akşamı yarış olduğunu unutup
ertesi sabaha eve kahvaltıya misafir çağırmış olmamdı. Eve 07:00 de girip 2
saat uyudum, sonra kahvaltıda ev sahipliği yaptım. Ev sahipliği dediğim de,
oturduğum yerden her şeye “Karıcıım çok güzel olmuş valla eline sağlık” diyerek
10 fincan kahve içmek… Ha bir de sabah o arada gidip marketten taze kaymak
aldım. O da nefisti.
Bu yarıştan edindiğim tecrübeler
- Gece koşacaksan sağlam kafa feneri bul, mutlaka yedek pil hatta fener taşı. Öve öve bitiremediğim kafa fenerim soğukta 6 saat sonra kendini aydınlatamaz oldu, hem de sıfır pille başladığım halde.
- Uzun koşacaksan o göbeği bırak artık. Zaten arkada çanta taşıyorsun, bir de önde taşıma.
- Ne kadar antrenmansız olsan da yayma, kalk koş. Böyle şeyleri böyle durumlarda bitirmek feci motive edici.
- Yol arkadaşı önemli. Suna seni son 15km de çekmese 10 saatte zor bitirirdin valla.
- Yarış tarihlerini adam gibi not et, program yapmadan önce o hafta sonu ne var ne yok iyi bak.
- 45km bazen 30km den kolay olabilir, akıllı olup akıllı koşarsan. Akıllı değilsen de akıllı arkadaş bul kendine, o da kabul.
- Yarışlara fotoğraf makinesi götür. Yol boyu taşımasan da bitişte bir iki kare çekersin, bir araba yazı yazıyorsun, kuru kuru hiç çekilmiyor… Tüm fotoğraflar sağdan soldan arak.
Yazı harika, deneyimler müthiş. Eline ve ayaklarına sağlık!
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilÇok güzel yazılmış . Tüm arazide koşacak sporcular için iyi ve gerçek bilgileri içeriyor. Bundan sonra koşmak isteyen tüm sporculara ışık tutacaktır
YanıtlaSil