bitmeye yakın kendi çektiğim fotoğrafım |
Bu sene İznikUltra’nın ikincisini koştum. Alnımın akıyla 80km‘yi bitirdim. Geçen sene ilki düzenlenen yarışta 126km lik parkura kaydolmuş ama 60km noktasında yarışı tek etmiştim. Şaka maka terk ettiğim tek yarış bu oldu şimdiye kadar.
Yarıştan aylar önce başlayan diz sakatlığım düzenli antrenman
yapmamı engellemiş, bu da yarışa kadar yeterince form tutamamama yol açmıştı.
İznik parkurunu koşan bilir, ilk yarıda ciddi iki tepe var. Her birine 8-9km
tırmanıyorsun, sonra o mesafeleri tekrar iniyorsun. Geçen sene gayet amatörce bu
yokuşları son sürat koşarak inmeye kalkışınca zaten zayıf kalmış dizlerim ilk yokuşta epey sızlandı, ikin
yokuşta da bizden buraya kadar dediler. Ben de son 3-4km sini yürüyerek
vardığım 60km kontrol noktasında yarışı terk ettim. Görevli arkadaşın çantama
takılı çipi kesmeden önce duraklayıp “Emin misin bak kesip çıkartıyorum?” diye
sorduğu ve göz göze kaldığımız anı hala gayet net hatırlıyorum. Muhtemelen 1-2
saniye almıştır “Evet kes hadi” demem ama o an koşu hayatım bir film şeridi
gibi gözümün önünden geçti desem yalan olmaz. Gayet uzun bir "1-2 saniye" yaşadım.
Sonrası da çok dertli geçti, uzun süre verdiğim kararın doğru olup
olmadığını düşündüm. İşin komiği hala da bilmiyorum kararın ne derece doğru
olduğunu. Çevremde koşan koşmayan herkes beni kararımda destekledi, devam etsen çok daha
kötü olurdu, belki 60km'de değil ama 90km'de hatta 110km'de bırakmak zorunda
kalacaktın dediler. Sağlık daha önemli dediler. Bu bile büyük başarı dediler.
Ben ama hep “Kral çıplak” diyecek birisini bekledim. Demedi kimse...
Koşturmaca in-da Hooouse (foto: Başak Gürbüz Derman) |
Derken bu sene geldi çattı. Gene düzensizlik, gene
antrenmansız vücut, geçen seneden daha gelişkin bir göbek. Bir de yarışa 4
hafta kala ormanda koşarken düşüp ayak ve dizimi incitmem saçmalığın tuzu
biberi oldu. Hatta doktor o dizle bu kadar yakın zamanda koşmamamı, tekrar
ederse bu sefer sakatlığın aylar boyu sürebileceğini söyledi. Berbat bir durum.
Diyor ki “Olacak diye bir şey yok, belki de dizin hiç arıza çıkarmaz, ama bir
çıkarırsa da en az yaz sonuna kadar bir halt edemezsin”. Şu açıdan berbat, bu
yaza üç tane yarışa daha kaydoldum, hepsinin uçak, kayıt ve otel masrafları
yapıldı bile. Her şey bir yana maddi açıdan sıkıntı. Hadi paraları
geri alsan da moral açsından dibe vurur insan böyle bir durumda. Tabii mantık
bu durumda ne der? Saçmalama, otur oturduğun yerde, bir çuval inciri berbat
etme der.
başlamaya dakikalar kalmış Suna ile Kerem'i öne çağırıyorum (foto: Suna Altan) |
Bunu gayet iyi bildiğim için ben de mantığıma danışmak yerine ultra
koşan arkadaşlarıma danıştım. Farklı
mantıkta adamlara danışarak kendi içinde mantıklı bir iş yaptım yani. Onlar ne
dedi? Kendini iyi hissediyorsan koş… Sanırım biraz da bunu duymak için o soruyu
sormuştum. Doğru yerde doğru adama doğru soruyu sormak önemli. Mesela doktorla
konuşurken söz konusu yarışın mesafesi hiç gündeme gelmedi. Ben de 80km koşacağım
demedim. “Bir hafta değnek kullansanız iyi olur” diyen adama “Peki haftaya 80km
koşsam bişiy olur mu doktor?” demek pek doğru gelmedi.
Bütün bu yukardakileri niye anlattım? Bu yarışın benim
gözümdeki ve kalbimdeki yerini ve Cumartesi sabahı start çizgisinde beklerken
kafamda neler dolandığını olabildiğince iyi aktarabilmek için. Bunlar işin iç
yüzü. Bundan sonrası yarış raporu tarafı.
Kerem'le ilk metreler. Sağ köşede Cenk... (foto: Hande Güler) |
Daha iki yaşında emekleyen bir bebek olması gereken İznik
Ultra bu sene gayet de yürümeyi öğrenmiş, kendi ayakları üzerinde duran canavar
bir yarış halini almış bile. İki sene içinde bu kadar yol alınmış olunması
hayret verecek derecede güzel. Koşucusundan yöre halkına kadar bu olayın
benimsenmiş olduğunu görmek çok hoş. Katılımda ciddi artış var. Bence bunda uzun
mesafe koşuları hakkında yazan, çizen, konuşan bizlerin de payı büyük. Geçen
seneden beri uzun mesafeleri koşabilecek insanların sayısı mı arttı ki? Hayır.
Bu sene koşanların hepsi istese geçen sene de sular seller gibi koşardı da
haberleri yoktu. Hatta bunları okurken “acaba mı?” diyenler varsa aranızda,
sizin de haberiniz yok ama seneye koşacaksınız siz de canavar gibi. İşte bu
görme ve kabullenme sayesinde bu sene katılımda ciddi artış oldu.
solda Cenk sağda Kerem (foto. Selim Tuluk) |
Tabii bir
yarış ne kadar kalabalık olursa o kadar neşeli ve renkli oluyor. Koşunun içi de
dışı da cıvıl cıvıl. Dışı dediğim İznik’in nabzı o iki gün daha bir farklı
attı. Sokaklarında renkli simalar dolaştı, köylerinden rengarenk adamlar geçti.
Çevre köyler de öyle bir bağrına bastı ki bizleri, herkesin aklı kaldı yerel
seyircide. Futbol dünyasında “seyircisiz oynama” cezası vardır ya, biz Türk
koşucularda bu ceza ömür boyu var. Özellikle maraton koşanlar bilir, ne Avrasya’da
ne de Runtalya’da bir “seyirci” yoktur. Seyredenler ya ne olup bittiğini anlamaya
çalışır, ya da anlamaz ve bizim yaptığımızı da gayet anlamsızca bulup laf atar,
kendince laf sokar, dalgasını geçer. Bu belki böyle okuyunca çok büyük bir şey
gibi gelmeyebilir ama saatlerden beri koşan, artık enerji depolarının sonuna
gelmiş ve kafası çok farklı çalışan ve hatta belki de artık kafası çalışmayan
birisi için yolun kenarından gelen tek bir alkış veya can-ı gönülden söylenen
bir “bravo” nelere bedeldir… Hiçbir doping malzemesi, hiçbir vitamin takviyesi
ve hatta hiçbir para ödülü o anda o kadar işe yaramaz. Hep bunu arar koşucunun
gözü kulağı, özellikle son kilometrelerde ama bulduğu anca “uzun mesafe
koşucusunun yalnızlığı” ile kalır. İznik bu konuda çok farklı işte. Her köyde
sanki o köyün askerden dönen delikanlısı gibi karşılanıyorsunuz. Kimse
sorgulamıyor yaptığınız işi, o an o köye gelmiş bir misafirsiniz ve tüm köy
sizi ayakta alkışlıyor.
80km kadınlar ikincisi Alessia, Falım reklamında... (Foto: Başak Gürbüz Derman) |
Yarışa destek veren bütün ekiplerde de bu sevinç vardı,
aralarda kontrol masalarında bekleyen görevliler çok yardımcı idi. Ki bu
zavallılar yarış bitene kadar orda bekliyor. Hatta son koşucu o noktadan
geçinde pılını pırtını toplayıp daha ilerideki başka bir istasyona gidiyor
destek vermek için. Bir de bu adamların çoğu gönüllü. Desteğin böylesi. Sağlık
ekipleri gözümüzün içine bakıyordu her şey yolunda mı diye. Ciddi bir kontrol
altındaydık başımıza tatsız bir şey gelmesin diye. Jandarma bir o kadar güler yüzlü
idi. Yüzbaşısından astsubayına kadar gördük yol boyu. Hep güleryüzlü hep yardım
sever. Emirle güleryüz ve yardım olmaz. Zamanında denedim ben de 15 ay kadar,
olmuyor.
Yarış günü şansımıza hava nefisti. Belki de geçen sene 126m
koşanlardan özür diliyordu. Şaka değil, geçen sene ciddi yağmur altında bitirdi
uzun parkuru koşanlar. Yağmur koşarken çok dert değil, ama zemin büyük dert. O
üzüm bağları oluyor mu sana vıcık vıcık? Bırak koşmayı düz yürümek bile dert
çamurda balçıkta. Kaldı ki 14-15 saattir koştuğun bacaklarla daldığını düşün o
çamura. Fiziksel olduğu kadar psikolojik savaş. Bu sene daha şanslıydılar, bu
şans bitiş sürelerine de yansıdı haliyle. Biz 80km koşucuları da bu şanstan
faydalandık, şeker gibi bir havada koştuk parkuru. Hele akşam gün batımına
doğru göl kenarında güneş açınca şiir gibi oldu manzara.
Cenk'le yolda. Hava nefis (foto: Suna Altan) |
Parkur hep dediğimiz gibi sert. Her anlamda sert. O iki tepe
çıkışı ve inişi canına okuyor adamın. Yokuş inmek çıkmaktan daha dertli.
Çıkarken yavaşlarsın, yürürsün, olmadı durup dinlenirsin. İniş öyle değil ki?
Sen koşmasan yer çekimi koşturuyor seni. İnişte koşmak değil koşmamak zor. Koşsan
dizler iflas ediyor, koşmayıp fren yapmaya çalışsan üst bacaklar. Arasını
bulmak lazım. Hadi buldun diyelim bu sefer de 8-9km o arada kalabilmen lazım. Zor
iş yokuş inmek. Ben iyi tarafından yaklaşıp bu tepeleri avantaj haline getirmeye
çalıştım. Dedim ki kendi kendime; “Zaten topu topu iki tepe var. Çıkarken
yürürüm, inerken de dinlenirim. Eh aralardaki düzlüklerde de koşarım artık bir
zahmet. İşte sana yarış bitti bile” Tabii bu kadar kolay olmadı ama gene de işe
yaradı. Bir de hiç toplama bakmadım. Ne ne kadar kaldığına baktım ne de ne
kadar koşmuş olduğuma. O an orda olduğumu düşündüm, bir sonraki istasyona ne kaldığına
baktım. Böyle yaparsan önünde hiç 80km olmuyor koşacak. Hep 6km 7km veya en
fazla 19km oluyor. Bir de bunlar istasyon olduğu için her mesafe bitişinde bir
ödülcük bekliyor beni. Yani kendimi 80km lik bir yarış değil de 5-6km lik bir
sürü yarış koşmaya hazırladım, işe de yaradı. Ama arada berbat yarışlar da
koştuğum hatta süründüğüm oldu.
İznik’e giderken Suna ve Kerem’le beraber koşarız parkuru
dedik. Suna yokuşlarda Kerem de düzlüklerde benden kat kat hızlı ve güçlü, bunu
bildiğim için başta Cenk’e takılıp biraz önden gittim. Çünkü biliyorum ki ilk
yokuşta su kaynatacağım, geri düşeceğim. Bu endişe ile başlarda olabildiğince
önden gitmeye çalıştım. Ama tahmin ettiğim gibi ilk çıkışta grubun gerisine
düştüm bile. Birileriyle beraber koşmak hem güzel hem de berbat bir şey.
Berbatlığı şuradan geliyor, olur da yorulursan ve dinlenmek istersen öndekiler
de durup seni bekliyor. Hatta bazen geri koşup seni almaya geliyorlar. Geride
kalma şansın yok. Siz gidin yetişirim ben desen de yemiyor, sen koşana kadar
bekliyorlar. Feci bir baskı yaratıyor bu da. Kaytaramıyorsun. Yoruluyorsun ama
bırakamıyorsun kendini. İşte Kerem ve Suna’nın bu inat desteği çok işime
yaradı.
Valla çalışılmış bir kare değil. Sonradan haberim oldu (foto: Suna Altan, kulaklar: Kerem Yaman) |
Yoksa ya sürem çok daha uzun olurdu ya da bitmezdi gene bu yarış.
Uzun mesafe koşularında kendimi gayet iyi tanıyorum artık.
Dört tane ben var bende, benden içeri... İlk ben ilk çeyrekte neşeli, dünyanın sonuna
kadar koşmaya hazır, dinamik, hevesli. Derken ikinci çeyrekte yorulan ve
zorlanmaya başlayan ben geliyor. Ama bir üçüncü çeyrekteki Ilgaz var ki, düşman
başına... Yorgun, aksi, konuşmayan, aptal aptal şeylere sinirlenen, sorulara
cevap vermeyen, kaytarmaya meyilli. Olur da bu üçüncü çeyrek sağ salim atlatabilirsek
hala bilimsel açıdan varlığını açıklayamadığım bir dördüncü çeyrek Ilgaz’ı
geliyor ki onu da tutabilene aşk olsun. Yerlerde sürünen, vızlaya, bazen sözlük
anlamında bile ağlayan o adamın içinden nasıl böyle bir enerji çıkar bilinmez.
Belki de bitişe yaklaşma psikolojisidir ama her şey rayına oturuyor, neşem
yerine geliyor, bacaklar otomatik pilotta koşmaya başlıyor.
Her koşuda böyle
bu. O dördüncü çeyrek hiç bitmesin istiyorum. Ama hep bitiyor. Oraya gelmek
için de hep o saçma üçüncü çeyrekten geçmek lazım. Neyse karışık durum. İznik’te
de aynısı oldu, üçüncü çeyrek aşağı yukarı ikinci tepeye denk geldi, cuk
oturdu. Ama son bölüm nefisti. Göl kenarı, batan güneş ve ufukta beliren
Orhangazi beldesi. Güle oynaya bitirdik o son bölümü.
Göl kenarına inerken son çeyrek (foto: Suna Altan) |
Bu sene bir de şampiyonumuz vardı İznik’te. Geçen sene
tesadüfen tanıştığımız, bir kere Belgrad Ormanı’nda beraber koştuğumuz ve
İstanbul’dan döndükten hemen sonra 100km kadınlar dünya şampiyonu olan Amy
bizimle idi bu sene. Bizimle dediysem yarış haricinde bizimleydi. Yarış
sırasında pek bizlerle vakit geçirmedi, önden gitti, yolu açtı. Parkur rekorunu
kırdı. 80km de birinci oldu. Gıkı da çıkmadı. Başka dünya şampiyonu tanımıyorum
aslında ama hepsi böyle sessiz, efendi, alçakgönüllü ve bir o kadar da cana
yakınsa ne güzel. Yanımızda kedi gibi dolaştı. Amerika’da iki kedisi varmış;
Sam ve Ella, belki o yüzdendir... Ben Amy’yi çok sevdim, kaldığı sürece her
şeyi sordu, yemekleri denedi, Türkçe kelimeler öğrenmeye çalıştı. Ne gördüyse
yedi. Her türlü pis boğazlığımıza eşlik etti. Seneye de gel Amy. Daha Sütlü Nuriye
var deneyecek.
işte sağımda gözüken Amy (foto: muhtemelen çaycı) |
İznik Ultra için pek teknik hazırlık yapma şansım olamadı.
Normalde bir antrenman programı izleyerek, belli mesafe ve zaman şemasına göre koşmam
gerekirdi. Ama olmadı. Daha doğrusu olamadı. Ben de matematiği bir kenara
bırakıp daha “lirik” bir şekilde koşmaya karar verdim. Bu şartlarla koşmak
matematiksel açıdan saçma çünkü, biliyorum. İçimden geldiği gibi, antrenman
yaparak kazandıklarımla değil de “elimdekilerle” koştum. Bu sebeple çok da
teknik bir yarış raporu olmadı bu seferki, farkındayım. Ama zaten katılım,
parkur, süreler, eğim gibi şeyleri merak eden sitesinden de öğrenebilir. Ben bu
sene bunlara takılmadım pek, uzun bir gezinti mantığında geçti koşu. Eh artık
böyle lay lay koşunun raporu da anca bu kadar…
veee mutlu son... Suna kamerayı fark etmiş (foto: Alessia De Matteis) |
Teknik yönü bir yana böyle içten raporlar daha mı faydalı ve yarıştırmaya özendirici oluyor ne ?
YanıtlaSilBana şöyle temposu tempoma uygun bir koşu badisi bulmak vakti geldi.
Kalemine sağlık... O dördüncü Ilgaz için idare ettiğimiz 3numara hakikaten enteresan bir adam ve gittikçe daha az görüyoruz
YanıtlaSilnesi varmis raporun, gayet de guzel olmus iste :)
YanıtlaSilSuper yazi Ilgaz! Bir cirpida okudum. Ellerine, emegine saglik dostum.
YanıtlaSilgecen 60, bu 80, seneye dikkat et....
YanıtlaSilHarika bir rapor olmuş hocam, kalemine sağlık... Sen koştukça biz de koşarız :))
YanıtlaSil