foto: Tiny ArtInHand |
İlk cevaplar
tahminen “bacaklar” değil mi? Ya da biraz daha derine inen, kas gruplarını
tanıyan koşucu arkadaşlardan bacaktaki kasların Latince isimleri de gelmiş
olabilir. Koşmayı biraz savsakladığım ve düzenli koşu günlerine geri dönmeye
çalıştığım günlerde, koşarken bu konuyu çok düşündüm ve fark ettim ki ben
bacaklarım, kalbim ve kafamla koşuyorum!
Bu üçünün her
zaman eşit bir dengesi olmuyor. Bacaklar bizi taşırken bazen öyle noktalara
geliyoruz ki, bir sonraki adım neredeyse dünyanın sonu oluyor. Ya da öyle
karamsar, yorgun, üşengeç ve isteksiz günlerimiz oluyor ki, o karanlıkta, o
yağmurda, o sabahın köründe sıcak yataktan çıkıp sokakta ilk adımı atmak için
kalpten gelen ayrı bir tutku, kara sevda gerekiyor. Daha koşmaya başlamadan kendimi
sanki saatlerdir koşuyormuş gibi hissettiğim zamanlar çok olmuştur. Arada
kalkıp koşuya çıkmak yerine yatıp uyumaya devam ettiğim sabahlar olsa da,
genelde kendimi bir şekilde sokağa attığımı söyleyebilirim. İşte kalp sanırım
burada devreye giriyor. Yoksa pek aklı başında adamın yapacağı iş değil bu.
Yorgun biten Lozan Maratonu. İlk 20km bacaklarla koşulmuş, gerisi meçhul... |
Çok kişisel
yaklaşımlardan bahsettiğimin farkındayım, eminim ki çoğu koşucuda bu denge
farklıdır. Bende de zaman zaman bu dengenin değiştiği, ağırlığın bir tarafa
daha çok kaydığı oluyor.
Örneğin koşmaya ilk
başladığımda bacaklar tüm olayı götürüyor. Hele bir de iyi antrenman yaptığım
zamanlarsa bazen kendimi o kadar iyi hissediyorum, yol, hava, manzara o kadar
güzel oluyor ki, sonsuza kadar bu şekilde koşabileceğimi düşünüyorum. Derken
bacaklar yorulmaya, kaslardaki yakıt bitmeye veya şartlar zorlaşmaya başlayınca,
o dünyanın çevresini dönerek koşacağını sanan enayi gidiyor, yerine koşmaktan
hiç hoşlanmayan, kendine kızan, ilk fırsatta koşmayı bırakmak, yürümek ve hatta
bazen şuracıkta kıvrılıp yatmak isteyen adam geliyor. İşte o zaman kafada
başlıyor bir iç savaş. Ne düşünceler, geliyor gidiyor, ne motivasyon
palavraları uçuşuyor aklımda. Galiba beyin koşu sırasında en çok şamata yapan
organımız, resmen vücutta isyan çıkartıyor. Hoş sonra isyanı bastıran da gene
kendisi oluyor ama koşu olayını esas köstekleyen beyin.
Connermara Ultra Maratonu sonrası bir daha koşmamaya yemin ederken... |
İşte uzun mesafe
koşucusu olmak için sanırım bunların hepsinin antrenmanını yapmak lazım. Sadece
bacak güçlendirmekle olmuyor bu iş. Koşu sevdası kalbe o kadar işlemeli ki dur
durak bilmeden bu işin peşinde koşabilmelisin. Kafan öyle çalışmalı ki,
dünyanın sonu geldiğinde daha saatlerce koşabileceğini bilmelisin. Tabii öte
yandan da tüm bunları gerçek anlamda taşıyacak bacakların olmalı, sırf “iman
gücü” ile olacak iş de değil bu. Sanırım en iyisi bu oynak dengeyi bilip,
kendini tanımak, nerede nerenle koşacağını bilmek. Uzun mesafe tecrübesi de
budur belki, kim bilir?
İnsan türünde erkeğin tek bir motivasyonu vardır:'' soyunu devam ettirmek'' .Bazılarına belki çok arkaik gelecek ama doğamız böyle.Soyunu devam ettirebilmek için yani dişi tarafından seçilen olmak için fiziksel olarak gösterişli,başarılı olmalıdır.Hayatta verilen mücadelenin derin motivasyonu budur.Açlığını bastırdığı anda hatta bazen açlıktan önce soyunun devamını düşünür.Bütün bu çabanın , koşuşturmacanın sebebi budur.Yani oramız'la koşarız aslında.
YanıtlaSilbaşlığı ilk okuduğumda aklımda gelen önce beyin sonra kalp ile koştuğumdu. çünkü, yeterli konsantrasyon var ise, aşılamayacak engel yok diye inanırım. parkur, yarış veya hava zorlasa bile, neticede içindeki gücü ortaya çıkartan en büyük etken motivasyon veya konsantrasyondur. kalp ise, inancın, içerdeki gücün en temel kaynağı. bu ikisi güçlüsü ise, gerisi zaten bir şekilde gelir :) tebrik ederim bu güzel yazı için..
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSol bacağımda ağrı var... Bacaklar iyi değilse, kalp ve beyin koşsa ne olur koşmasa ne olur.
YanıtlaSil