konu başlıkları

28 Kasım 2011 Pazartesi

2010 - Lozan Maratonu

2010 senesinde Berlin Maratonu'nu koştuktan 2 hafta sonra iş gezisi için Lozan'a gitmiştim. Daha maraton yorgunluğu üstüme çökmemişti. Göl kıyısında hayran hayran manzarayı seyredip gezerken 2 hafta sonra koşulacak Lozan Maratonu'nun afişini gördüm. Dedim ki, madem Berlin'de 4 saat altına inemedim, madem antrenmanım var, madem vize hazır, madem bu memleketi sevdim, e hadi gel de koş o zaman, fırsat bu fırsat...
Bu yazının devamını da Lozan dönüşü yazmıştım
Evet bir maraton macerası daha sona erdi... Hiç kıvırmadan, edebiyat yapmadan kabul etmeliyim ki 5 hafta aralıkla ikinci maraton koşmak hıyarlığın dik alası imiş… Diyeceksiniz ki koca adamsın niye laf dinlemedin? Hadi bizi dinlemedin vücudunu da mı dinlemedin? Problem zaten vücudumu dinlemekte, daha doğrusu biraz erken dinleyip sonra kulak asmamakta (hem vücuda hem sizlere) Peki nasıl oldu bu iş? Berlin’de hedef 4:00 idi, şöyle ya da böyle olamadı, 13 dakika fazla oldu, ben de kendimi fazla zorlamadığımı düşünerek, ilk hafta yorgunluğumu da fark etmeyerek böyle bir karar verdim.
otel odamızdan şehir

Allahın cezası kitapta 4 hafta ara ile maraton programı da görünce “hah oluyormuş işte ki adamlar program yazmış” dedim. Tamam yazmışlar da kimin için? Her hafta 42km koşanlar da var, aynı mısın kardeşim sen onlarla? Hatta günahını alıyorum da o kitapta şöyle bir cümle de var “4 hafta sonra koşmanız gerekiyorsa (ki “gereklilik” görece bir kavramdır)” Esas püf noktası orda işte, görmek isteyene. Neyse görmedik, sizi de dinlemedik, işin kötüsü programı da tamı tamına yapamadan Lozan yoluna koyulduk…

HAZIRLIK EVRESİ
Fondü denizinde yüzerken
Bu sefer yaklaşık bir hafta dinlenerek 4 haftalık programa başladım. İşin kötüsü hem Berlin’de kendime göre iyi bir derece yapmanın hem de gene kendime göre epey kilo vermenin de getirdiği rehavet ve şımarıklıkla, yeme işine gereken hassasiyeti göstermeden 88 kg ‘dan 89,5 kg’ya çıkmayı becermişim bu arada. Programdaki kısa koşular iyi geçse de en uzun koşu olan 24km de ilk defa “naaptım ben yaa?” dedim kendi kendime. O an aklımdan geçenler Lozan’ı bitiremeyeceğim yönünde olmasa da, zor bitireceğim yönünde idi. Fazla bir maraton tecrübem yok ama artık maraton öncesi son uzun koşularımdan o maratonun az çok nasıl geçeceğini anlayabiliyorum. Bunda da dedim ki “bu iş olur olmasına ama ite kaka, yürüyerek ve yorularak…” Daha sonra karamsarlığım arttı, diz ağrılarım ve genel yorgunluğum çoğaldı. Hatta son güne kadar acaba yarı maratona mı çevirsem kaydımı diye düşünmeye başladım. Allahtan arkadaşlarım bana benden çok güvendiler, bu güveni yansıttılar ve stresimi olabildiğince azalttılar. Ben de Lozan’a uzun ve güzel manzaralı bir tecrübe koşusu niyeti ile gittim. Fark ettiğiniz gibi hazırlık bölümünün içini dolduracak çok da bir halt yok, daha çok psikolojik savaş evresi…
Lozan’a vardık, kısıtlı süremizin her anını değerlendirerek güzel yedik içtik, otele yerleşip uyuduk. Sabah yanlış saat ayarlamış olmam sebebi ile planladığımızdan 1 saat daha erken uyanıp kahvaltıya indik, “ya bu hava ne kadar da geç aydınlanıyor?” derken saati fark ettik ama bir bakıma da iyi oldu. Gidip numaramı aldık, epey boş ve sakindi kayıt çadırı. Oradan start alanına gittik. İnsanın karısıyla gitmesinin faydaları işte, bol bol resim çektik. 
hiç bu kadar taraftarım olmamıştı

Hatta Lozan’da okuyan kardeşini ailecek ziyarete gelmiş olan bir lise arkadaşım start alanına geldi annesi, karısı, oğlu ve kardeşi ile. Onların hayret dolu “Nasıl yani sen şimdi koşacak mısın o kadar yolu?” sorularıyla hoşça vakit geçirdik, sonra onlar kahvaltıya ben de start çizgisine… O arada ısınırken benden başka koşacak olan iki Türk’ten birisi beni buldu. Kayıt listesinden biliyorum üç Türk’üz Lozan’da koşacak olan. Biri 62 diğeri 52 doğumlu. “Onlar da beni görmüştür, ay yıldızlı formamdan tanırlar” diye düşünürken 5. dakikada “oooo merhabaaa merhaba” diye üzerime atladı birisi. Sanırım 52 doğumlu olan “Ali” ağabeymiz. “Memleket nere?” dedi, “İstanbul” dedim. “Kaç koşacan?” dedi, “dört buçuk civarı herhalde bakacağız artık” dedim. “Ohooo ben 3:45!” dedi, koşa koşa gitti. Sonra yarı yolda ben daha giderken karşıdan dönüyordu Ali Abi, herhalde koşmuştur hedefini. Derken Start’a dizildik.

STARTA BEŞ KALA (ASLINDA DÖRT KALA)
Start takı altında aile fotoğradı
Topu topu 1400 kişi, zaten hızlı arkadaşlara 4 dakika önce ilk dalga start verildi, bizler de ikinci dalgayı beklemeye başladık. O an dedim ki kendi kendime “Tamam ulan korkacak bir şey yok, maraton kafasını biliyorsun artık, eşeklik ettik bir kere, artık saçmalamadan tamamlamak lazım” Saçmalamakla kastim derece yapacağım diye kendimi paralayıp sakatlık çıkartmak... Baktım süre bayraklı amcalar var, dedim 4:30 bayrağına takılırım, zorlarsa geride kalıp daha uzun bitiririm ne yapalım.

START VE İLK 10km
Tam start için geri sayım başladı, ben 4:30 bayrağını kolluyorum aaa bir de baktım 4:15 bayrağı da var. Eh o zaman ben bu 4:15 amcası ile takılayım, yorulursam 4:30 amcasına kalırım dedim. Daha start verilmedi, ben saçmalamaya başladım ufaktan. Yarış psikolojisi işte. Ne kadar atıp tutsam da yarışmayı sevmiyorum diye o an başka işte. Neyse. Start verildi, koşmaya başladık. Ben plana uyarak 4:15 amcasının biraz önünde koşuyorum emniyet payı bırakarak. Aaaa o da ne biraz önümda 4:00 amcası var? Haydiii… E baktım 3-4km oldu hala az önümdeler, baktım bacaklarım da iyi gibi, oldu olacak 4:00 amcasına takılayım yorulursam geri kalırım demeye başladım. Dikkat daha 5 km bile olmamış! Ufaktan 4:00 grubuna yanaştım, başladık 15-20 kişi beraber koşmaya. Askerlik günlerimi hatırladım. Tempo güzel, bacaklar ve nefes iyi, tamam dedim ben bu amcayla devam ederim, halim kalmışsa sonda da zorlarım biraz, bu sayede 4:00 altında bile bitirebilirim. Ya işte şişede durduğu gibi durmuyor arkadaşlar. Yarış ortamı tuhaf bir ortam. Derken ilk 5km de su istasyonuna geldik. Ben durmadan su alıp kağıt bardaktan ağzıma burnuma su taşırarak devam ettim 4:00 grubunun yaklaşık 50m önüne geçtim. Allah dedim 4:00 grubu beni takip ediyor ne güzel bir his! Korkmayın gözlerim 3:45 bayrağını aramadı, o kadar da değil, o artık tinerci kafası olurdu herhalde…


10-20km ARASI
10km bitmeden şehir bitti, Lozan zaten Kadıköy kadar bir yer. Sahil şeridinde koşmaya başladık. Rota otoyol, sağ taraf göl, karşı yakada Alp Dağları ve İtalya toprakları. Hava hafif bulutlu, Alpler de hafif karlı. Sol taraf dik yamaçlar ve set set üzüm bağları. Nefis manzara. Arada ufak köy gibi yerlerden geçiyoruz, birkaç kişi el sallıyor, destek oluyor. Sık sık da tren geçiyor yanımızdan. Başka bir hareket yok. Millet de domuz gibi, kimse konuşmuyor, pıtır pıtır koşuyoruz. Biz 15km ye geldiğimizde ilk 5 atlet karşı yönden yanımızdan geçti. Geçerken hepimiz alkışladık, herifler geçer geçmez dedikodu başladı. Herkes kendi dilinde vay anasını tarzı şeyler söylemeye başladı. Ben de Ali ağabeyimin çok önde olmasına güvenerek epey güzel küfrettim. Sonra gene ortam duruldu, ayak sesleri ve rüzgar. 20km ye yaklaşırken başka bir yerleşim bölgesine girdik, Vevey denen kasaba. Vevey sanırım çatal demek, adamlar 10m boyunda bir çatal heykeli dikmişler suya, sanki göle saplanmış gibi duruyor, komik. Derken bende ufaktan yavaşlamalar başladı. 4:00 amcası ensemde bitti. 21km dönüşünü tam döndük kii 4:00 amcası gazladı gitti. Ya da ben geride kaldım. Ya da ikisi birden bilmiyorum artık. Bu arada fark ettim ki Garmin mesafede geri kalmaya başlamış. Stres olmayayım diye ekrana sadece mesafe ve tempo ayarlamıştım, zaman yoktu. Mesafeyi de jel almak için kontrol ediyordum. Nasıl olsa pacer amcalar da vardı, ne gerek vardı detaya? Ama saatteki mesafelerin tabelalarla uyuşmadığını fark edince kendi aklımca bir ayarlama yaptım, ileri giden Garmin’in ekranı kilometre başına gelince durdurup yoldaki km tabelası hizasında tekrar çalıştırmaya başladım. Bu sayede Garmin verilerim totalde sapıtmış oldu. Olsun maksat kalan mesafeyi görmekti zaten.
20-30km ARASI
Valla iyi olmuştu saçmalamadığım, daha ilk yarıdan 4:00 amcasına takılıp, beklentimden hızlı koşmuş, bir de bu grup basıp arayı açınca dertlenmeye başlamıştım. Neyse dedim kendi kendime, demek ki o kadar da kötü duruma değilim, şu 32’ye varayım, gerisi kolay, bir şekilde biter. Ama 30km bile gelmek bilmedi. Koşucuların arası açılmaya başladı, rüzgar çıktı, hız düştü, yorgunluk başladı. 25km de ilk küçük molamı verip su istasyonunda 100m yürdüm. Sonra tepeler gelmeye başladı. Türkçe ana avrat tepelere küfrede küfrede devam ettim. Jeller falan derken 30km ye vardım. Ha gayret az kaldı 32’ye. E tamam da sonrası?

30-40km ARASI
Tepeler, rüzgar, yorgunluk derken 30’a doğru her km tabelasında 100-200m yürümeye başladım. 4:00 amcası ufukta kayboldu. Sinir bir his insanın umutlarının ufukta kaybolup gitmesi… Arada irkilip geri bakıyorum 4:15 amcası ensemde bitecek diye, derin bir oh çekiyorum, görüş alanımda değil. Gene de pes etmeden devam ediyorum. İşte daha önceki dört maratondan en büyük tecrübe bu. İlerde ne var biliyorum artık. Zorluk var ama zorluk bilinmezlik kadar korkutucu değil. Bu sayede ite kaka koşuyorum. Derken klasik grup oluştu, 15-20 kişilik bir ekip sırayla birbirimizi geçmeye başladık. Geçenler ilerde yürüyor, biz geçiyoruz, derken biz yürürken onlar geçiyor. Bir de geride kalanlar oluyor tabi, 40km ye doğru sayımız 7-8 kişiye indi bu şekilde. Bir sürü havalı T-shirt giymiş, muhtelif memleket maratonlarının finisher T-Shirtlerini taşıyan dallama bu mesafelerde geride kaldı. Canım benim, başlarken değil bitirirken görelim o kıyafetleri. Neyse. Her kilometre tabelasında dura kalka geldik 40 km ye.

40km ve FİNİSH
Bitişte ağlamakla gülmek arasında
Dedim ki 40km de artık durma, koş, çizgiyi de koşarak geç. Son bir gaz yüklendim, son jelimi bacağına kramp giren Fransız amcaya hediye ettim, durmamak üzere başladım koşmaya. 41km ye gelirken yol Lozan sahiline indi, uzaktan bitiş gözüktü. Çizgi ile aramda 1km gibi bir mesafe var, arada da 10-15 kişi koşuyor. O an nerden geldiğini bilmediğim bir enerji ile, daha iyi tanımlamak gerekirse yerden bacaklarıma yükselen bir sıcaklık ile başladım hızlanmaya. Bir de baktım son dur kalk solla grubundan çelimsiz bir teyze de hızlanmış yanımda koşuyor. Başladık birbirimizi gazlamaya, “Come Ooon” diye bağıra bağıra koşuyoruz, neredeyse o aradaki herkesi geçtik. Son dakikada hızlanıp adam sollayanlara illet olurdum hep, bu sefer ben de yaptım ama, baktım biraz enerji kalmış, gittiği yere kadar diyerek depara kalktım. Ama bu sayede çizgiyi hızlı ve mutlu geçtim. Sonra teyzeyle tebrikleşip ayrıldık. Sol taraftan karımı duydum, hemen resimlerimi çekti o halde. Ufaktan ağlar gibi yaptım, öpüştük falan, sonra ben sulara ve muzlara yöneldim. O sırada Meltem’in cebine mesaj geldi ve kahroldum, 4:13 bitirme süresi! Şaka gibi, Berlin’le tıpa tıp aynı… Ah be dedim, bir mola az verseymişim süreyi iyileştirecekmişim. Neyse artık olan olmuş, üzülmemek lazım. Ortamın keyfini çıkarmaya çalıştık. Artık Avrupa şöyle iyi böyle iyi, Avrasya aman ne rezalet geyiklerine girmeyeceğim, kısaca çok farklı “zihniyetler” diyerek geçelim. Hemen madalyalı anı fotoğrafları çektirdik, eşyaları aldık, giyindim. Yakındaki bir İtalyan lokantasına girerek makarna yedim şifa niyetine.

SONUÇ VE KENDİNİ KANDIRMA FASLI
Sonuç şu ki ben hala 4:00 lık adam olduğuma inanıyorum (işte kendini kandırma kısmı da bu) Valla! Sebeplerine bakalım: Berlin’de kalabalıktan ve kendime güvensizlikten yavaş başladım, son kilometrelerde de hızlanarak başta kaybettiğim süreyi kazanacak gücüm kalmamış oldu. Diyorum ki baştan tempo tuttursaymışım 4:00 olurmuş. Lozan’ a gelince; gene 4:00 olmadı ama parkur Berlin’e göre hakikaten daha zordu. İniş çıkışlar vardı, yol boştu, seyirci ve ortam motivasyonu zayıftı. Öte yandan kaslarım yorgundu, daha 35 gün önce bir 42km dana koşmuştum. 2kg ya yakın daha ağırdım. Gene de Berlin’le aynı koştuysam demek ki Berlin çok daha iyi olabilirmiş. Bu palavralardan yola çıkarak kendimi 4:00 lık adam olarak görüyorum işte… Her ne kadar daha 4:00 koşmuş olmasam da…

1 yorum:

  1. Muhterem ve Muhteşem TÜRK Kardeşim, Koşu esnasında yarı maraton startını beklerken siz koşuya devam ediyordunuz biz iki kişi idik alkışladık hatırladınızmı bilmiyorum birimiz 1962 Kamil Ufuk Bilgin ben ise 1952 doğumluKemal FİLİZ'im. bilmiyorum bizden mi bahsediyordunuz, yarı maraton için gelmiştik tabi sizi finişte göremedik.. bu kadar kısa sürede 4 maraton koşan ancak bir TÜRK olabilir ançak sizi kutluyorum. Bu yılda oraya Ankara Masterler Spor Kulübü olarak katılmak istiyoruz kısmetse. Size koşularınızda (maratonda) 4 saatin altında koşmanızı temenni eder başarılar dilerim

    YanıtlaSil

Hakkımda

Fotoğrafım
istanbul, Türkiye
2006 yılında 1.80 boyum ile 110kg olunca zayıflamak için koşsam mı diye düşünmeye başladım. Internet'te bulduğum 8 haftalık bir program gözüme zor gözükmeyince haftada 3 gün, her seferinde de toplam 20 dakika olacak şekilde koşu antrenmanlarına başladım. 8 hafta sonunda durmadan 30 dakika koşabildiğime o an kendim de inanamadım. Bundan sonra ne yapmalı diye düşünürken Amazon.com da "Koşucu Olmayanlar İçin Maraton Antrenmanı" isimli kitabı görüp maraton koşmaya karar verdim. 3 yıl içinde 5 maraton koştuktan sonra ultra maraton koşma fikrini kendime daha yakın buldum. 2010 senesinden beri aklım fikrim uzun mesafe koşularında. Ülkemizde bu sporun az bilinmesi, yapanların az olması ve maraton koşanlar tarafından bile olduğundan zor hatta imkansız olarak görülmesi epey canımı sıkıyor. Bu blog fikri de bu sıkınıdan doğdu. Gördüm ki yazması koşmasından daha zormuş...